Sokakta yaşayan bütün kediler mutsuz değildir. İzmir’in
sokaklarında yaşayan kedilerin çoğu mutludur veya bana öyleleri denk geliyor.
Yeni mahallemde çok ama çok mutlu bir kedi vardı. Hayatındaki her şeyden
memnundu: kendinden, dış görünüşünden, sesinden, dişlerinden, kuyruğundan,
gücünden, cesaretinden, avcılığından ve kedi toplumundaki konumundan. Belki
memnun olduğu başka şeyler de vardı ama kısa sohbetlerimizde sadece bunlardan
bahsedecek zamanı oldu.
Ara sıra canı sıkıldığında beni sokakta görünce seslenir,
sonra da yanıma gelirdi. Kocaman gözlerini yüzüme diker, balyoz büyüklüğündeki
başını ayaklarıma sürterdi. Aynı zamanda da sessizce hayatını anlatırdı mıırr
mır. Geçenlerde mahallemize sarkmaya niyet etmiş tekiri nasıl patakladığını
anlatırken bir karış uzunluğundaki siyah bıyıklarıyla ellerimi gıdıklıyordu.
Hikayesini dinlerken çömeldiğimi fark etmemiş, kömür karası kaslı bedenindeki
taze kavga yaraların ciddi olup olmadığına bakıyordum. Birden bire onu
yeterince dinlemediğimi ya da yaralarına bakarken haddimi aştığımı fark edince
elimi geniş ve güçlü çenesiyle kıstırıveriyor, beni kendime getiriyordu. Ve
hemen ardından dostluğumuzun baki olduğu anlamına gelecek şekilde yüksek sesle
horuldayarak az önce ısırdığı elime sürünmeye devam ediyordu. O sırada zevkten
dört köşe olmuş, salyalarını akıtıyordu.
Debre yaklaşık sekiz aylık bir yavruydu. Buna yavru denirse
tabii: en az 5 kilo ağırlığında bir kas yığınından oluşan simsiyah, parlak
tüylü, uzun kuyruklu bedeni, taşıdığı güçlü bir çeneyle donatılmış kocaman
kafasının yanında orantısız, kısa ve küçük kalıyordu. Ona bakarken başının her
an ağır basıp yere düşerek bedenini havaya dikmesini bekliyordu insan, böyle
büyük bir başın yukarıda durması fizik kurallarıyla bağdaşmıyordu bir türlü.
Bacakları ve patilerinin büyüklüğü Debre’nin büyümeye devam edeceğine işaret
ediyor, görenin içini ürpertiyordu. Henüz erişkinliğe ulaşmamış olmasına rağmen
tam bir herifti, mahallenin efesiydi. Korkusuzca uzaklarda dolaşır, başköşelere
“attığı imzalarla” mıntıka sınırlarını genişletirdi. Gücünün farkındaydı ve
kimseden korkmazdı.
* * *
Boş zamanımız olsun veya olmasın hepimiz eğlenmeyi severiz.
Eğlenmeyince tadı çıkmaz hayatın. Bir gün Erhan “Drama Köprüsü”nü mırıldanırken
birden bire kendinden geçerek türküye orta boylu, hafiften tombul ama kaslı,
güçlü kuvvetli, kıpkırmızı yanaklı ve “accayip” enerjik, erkeksi birinin
sesiyle devam eder. Her “bre!” deyişinde de “R”lere özel vurgu yapar, bazı
yerlerde önüne “de” bağlacı ekleyerek türküye “DEBRRE!” kelimesini kazandırdığı
için daha da neşeleniyordu. İnce uzun, elleri nasır görmemiş, ömrünün o zamana
kadarki bölümünü “beyaz yaka” olarak geçiren Erhan’ı görmez de sadece sesini
duysaydınız o sırada, türküyü “çığıranın” o değil de kollarını sıvamış Türk tipi
Herkül olduğunu sanırdınız.
O günden sonra maskulen, dobra ve cesur birini birbirimize
uzun uzadıya anlatmak yerine “Debre” kelimesini kullanmaya başladık.
Cumlelerimiz yaklaşık şöyle oluyordu: “Girdim dükkana… Sahibi de tam bir Debre”
veya “Adam bayağı Debre biri, değil mi?” gibi. J Bu kelime hala
lugatımızda mevcut ve etkin kullanımı sürmektedir.
* * *
En sevdiğim kitabın en sevdiğim karakteri olan dev siyah
kedi Begemot’u hatırlatıyordu Debre ve bu ona kayıtsız kalamamamın nedenlerinden
biriydi. Sokakta yeterince gıda vardı, hele Debre için yemek bulmak asla sorun
olmazdı ama ben yine de sık sık ona lezzetli bir şeyler getirmeden edemiyordum.
Ukrayna'nın Harkiv şehrinde Begemot ve yazarı Mihail Bulgakov'a yapılmış bir heykel. |
Bir gün Erhan: “Onu yarım saat misafir etmek istemez misin?
Evde daha rahat yer yemeğini,” deyince karşı koyamadım. Böylece Debre evimize
geldi. Apartmana girerken çok sakin ve rahattı, sanki hayatı boyunca bütün
apartmanların kapıları önünde ardına kadar açılıyor, ayağının altına kırmızı
halılar seriliyormuş gibi, bütün bunlara alışkın olduğu için de evimin
bulunduğu mütevazı apartmana, sonra da daireme sıradan bir şey yapıyormuş edasıyla
girdi. Kibarca antrede kaldı, daha fazla ilerlemedi. Ben yemeğini hazırlarken
onu özleyince koklamam için mutfak ve salon kapılarına özenle sürtündü.
Karamel’in sergilemeye hazırlandığı “Kara Kafası Gülle, Haydi Canım Güle Güle”
dansı, hedef seyircisi ilgilenmediğinden başladığı anda bitti. Umursanmamaya
alışkın olmayan Kontes’in canı sıkılmıştı ama pes etmeye niyeti yoktu, bu
yüzden Debre hazırladığım mamayı afiyetle löpürdetirken kah kuyruğuyla
kalçalarını kamçılayarak arkasında volta atıyor, kah pusu kurar gibi arkasına
sinip Debre’nin kuyruğuna veya kalçasına pençe saplamaya çalışıyordu. Kedilerin
akıllısı Bublik ise biraz öteden olanlrı izlemekle yetiniyordu.
Debre’nin karnı çok aç olmadığından yavaş yavaş yiyor,
yemeğinin tadını çıkarıyordu. Karamel’in canı sıkılmıştı, tekdüze hayatına
biraz renk katmak için kalkıp Debrenin az önce süründüğü mutfak ve salon
kapılarını koklamaya karar verdi. Naif yavrum hayatına katacağı rengin nasıl bir
canavara dönüşeceğini o anda tahmin bile edemezdi…
Karamel’in hayatı tam o anda geriye dönülemez bir biçimde
değişti, “koklamadan önce” ve “kokladıktan sonra” diye ikiye ayrıldı.
* * *
Karamel, canı sıkılarak Debre’nin arkasındaki pususundan
kalktı, esnedi ve salon kapısına yaklaştı. Az önce “bu pis gülle kafa”nın sürtündüğü
yeri kokladı. Yüz ifadesi “Hım?”- diyordu. Mutfak kapısını kokladı… Yüzünde
“HIM???” anlamına gelen bir ifade belirdi… Bir daha kokladı… Bir daha… Hım…
Mutfağa girdi, masanın altına kadar yürüdü… İşte parça tesirli DEBRE bombası
Karamel’in içinde tam o anda patladı.
Kontes, balerin, rengarenk güzellikteki akıllı mı akıllı
kızımın bakışları birden bire anlamsızlaştı, gözlerinde hızla dönen helezonik
şekiller belirdi. Karamel durduğu yerde düştü ve anında sırt üstü dönüp boğuk
hırıltılar içinde yerde dönmeye başladı. Bir yandan sırtüstü sürünüyor, diğer
yandan masanın ayaklarını yakalayıp sırtını iyice geriyor ve Debre’nin yemeğini
yemekle meşgul olduğu antreye doğru duygu yüklü bakışlar fırlatıyordu.
Şaşkınlık içinde Erhan’a seslendim ama o Bublik’i Debre’yle
yalnız bırakmamak için yanıma gelememişti, ben de olduğum yerde donarak
olanları izlemekten başka bir şey yapamadım. Karamel, bir süre seksi homurtular
eşliğinde masanın ayağıyla boru dansına devam ettikten sonra uzak mesafeden
yakışıklının ilgisini çekemeyeceğini anlamış ve yanına gitmeye karar vermişti.
Ama aşkın darmaduman ettiği beyninin o güzel vücudu ayağa kaldıracak kapasitesi
kalmamıştı. Daha doğrusu beyni kıvranarak yerde sırtüstü sürünmek ve mırıltı-horultu
dışında hiçbir komut veya düşünceyi ortaya koyamıyordu… Hal böyle olunca
Karamel, pozisyonu değiştirmeden, sırtüstü sürünerek masanın altından çıktı ve
yerde garip şekiller çizerek antrenin kapısına doğru ilerledi. Kedi bedeni
sırtüstü sürünmeye ayarlı olmadığından ve beyninin derinliklerinde oluşan kısa
devreden dolayı arada bir yönünü kaybeden Karamel, sonunda antre kapısını
bulabildi. Bulabilmekle kalmadı, içinden geçerek çıkabildi de.
Antrenin yolunu bulmuştu ama hayatındaki “doğru yol”u
sonsuza dek kaybetmişti…
Karamel’in sırtüstü sürünerek antreye ulaştığı sırada
dünyada oluşan değişikliklerden habersiz olan Debre mamasının son lokmalarını
sakin bir şekilde yiyordu. Ne kendine aşkla uzanan genç kızın kollarının, ne de
o güzel gözlerde dönen helezonrın farkına vardı. Aslında büyük bir ihtimalle
Debre henüz cinsiyetinin bile tam olarak farkında değildi.
Debrenin cinsiyetinin farkına varan ilk dişi kedi unvanına
kavuşan Karamelin bundan gurur duyacak hali yoktu: beyni büzüşmüş, vücudu
karışmış, hayatın doğal akışına aykırı bir şekilde, ters dönerek bir yerden bir
yere gitmek zorunda kalan zavallı Karamel’in iştah kabarmasıyla salya dolmuş
olan ağzından horultuyla karışık çılgınca ulumalar çıkıyordu. Yamulmuş varlığı
el verdikçe Debre’ye yaklaşarak aşkını haykırmaya çalışsa da nafile – bütün
Debreler gibi bu Debre de kız kalbi kadar nazık ve hassas meselelerden
anlamayacak kadar lambur lumbur ve kaba sabaydı. Maması bitince dışarı kapısına
yaklaşarak çıkmak istediğini söyledi. Erhan kapıyı açtı, Debre’yle beraber
merdiven sahanlığına çıkarak apartman çıkışına doğru ilerlediler. Ben ise
içeride kalarak yüreği yaralı, kontesliğinden eser kalmamış olan Karamel’i
sakinleştirmeye koyuldum.